SON DAKİKA
Hava Durumu

İslam’da Mezhepler-8

Yazının Giriş Tarihi: 22.08.2024 22:49
Yazının Güncellenme Tarihi: 22.08.2024 22:49

Hanifi Mezhebi: İslâm dini, Horasan ve İran'da yayıldı. Bütün Irak ve çevresini istilâ etti. Birçok büyük mevki' ve asalet sahibi insanlar, bu istilâ sırasında Müslümanlar tarafından esir edildi. İşte bu esirler arasında zengin, asalet sahibi ve Iran asıllı birisi vardı ki adı Zûtâ idi. İlk mücahit müslumanlar, büyüklükleri icabı, ellerine esir düşen insanları köle olarak tutmuyorlar, onları serbest bırakıyorlardı. Gerçi bunları bazen köle olarak aldıkları da oluyordu. Fakat dinin emirlerine ve Hz. Peygamber'in sünnetlerine uyarak, kısa bir yoldan onları âzâd cihetine gidiyorlar, ağalık ve ululuk satma yerine, dostluğu ve sevgiyi tercih ediyorlardı. Bunun için Zûtâ da kısa bir zaman sonra esirlikten veya kölelikten kurtuldu. O da tam olarak âzâd edilip hür insanlar arasına katıldı. Bundan sonra Benî Teym b. Sa'lebe kabilesinin azatlısı oldu. Bu kabile, Kureyş’den gelen Teymîlerden başka bir Arap kabilesidir. Allah, Zûtâ'ya hürriyeti nasip ettikten sonra, bundan daha büyük ve daha değerli olan İslâm nimetini de ihsan eyledi. Bu asil insan, lâyıkıyla müslüman olmuş, ana vatanı olan Kabil'den İslâm medeniyetinin ilk merkezlerinden biri ve İran'a en yakın bulunan Küfe şehrine göç etmiştir. Zûtâ, Kûfe'de İmam Ali b, Ebu Tâlib (r.a.) ile karşılaşmış ve onu son derecede sevmiştir. Nevruz bayramı münasebetiyle Hz. Ali'ye pâluze (pelte) ikram etmişidir. Bu, onun büyük imamla olan ilgisinin kuvvetli oluşunu, kendisinin zenginliğini ve Peygamber'in Ehl-i Beyt'ine karşı duyduğu sevgiyi gösterir. Onun, müslüman olduktan sonra bir oğlu dünyaya geldi. O, bu oğluna Sabit adını verdi, işte bu Sabit, Hz. Ali'ye karşı babası gibi son derecede ilgi duyuyordu. Birçok rivayetlere göre Hz. Ali, Sâbit'e Allah'tan hayırlı bir evlât vermesini dilemiştir.

Allah, İmam Ali (r.a.)'nin bu duasını kabul buyurmuş ve Sâbit’e Irak'ın fakihi —istersen İslâmın fakihi diyebilirsin— Numan'ı ihsan etmiştir. İmam Şafiî, bu büyük fakih hakkında: «insanlar fıkıhta Ebu Hanife'nin iyisidir» demiştir. Tarihin «Ebu Hanife» ismini verdiği Numan b. Sabit, bu künye ile tanınmış ve nesilden nesile ismi, ilim ve düşüncenin sembolü olmuştur.

İmam Ebu Hanîfe'nin Fıkhı: İmam Şafiî; «İnsanlar fıkıhta Ebu Hanîfe'nin iyâlidir», demiştir. Abdullah b. Mübarek de, Ebu Hanîfe için: «O, ilmin beynidir», derdi. Bunlar gösteriyor ki Ebu Hanîfe, ilmin özüne ulaşıyor ve ondan sapmıyordu. İmam Mâlik, İmam A'zamla çeşitli ilmî meseleler üzerinde tartıştıktan sonra: «O, gerçekten fakihtir», demiştir. Ebu Hanîfe, gerçekten ulu bir fakihtir. Çağını fıkhıyla doldurmuş olup, insanlar onun hakkında ihtilâfa düşmüşlerdir. Çünkü O, fıkhî düşünceye yepyeni bir metot getirmiştir. Yahut da Ebu Hanife'nin kullandığı bu metodu, hiç kimse onun kadar kullanamamıştır. O, hür düşünce ve isabetli görüş sahibi idi. Nass'ların zahirlerine sarılan ve mânâlarının derinliklerine dalamayanlar, Ebu Hanîfe'ye kızmışlar ve onu hakikatten uzaklaşmakla itham etmişlerdir. Öte yandan, sapık düşünceli kimseler de ona hücum etmişlerdir. Çünkü O, İslâm fıkhında istinbat (hüküm çıkarma) için sağlam esaslar koyuyor ve bunların sınırlarını tespit ediyordu.

Metodu: İmam Ebu Hanîfe, istinbat için tafsilâtlı olmasa da bir metot getirmiştir. Onun bu metodu, içtihadın bütün türlerini içine almaktadır. Kendisi şöyle derdi: «Ben Allah'ın kitabıyla hüküm veriyorum. Kitap’ta bulamazsam Resulullah’ın sünnetine sarılıyorum. Allah'ın Kitabında ve Resul’ünün Sünnetinde bir hüküm bulamadığım zamanlarda da sahabilerin sözlerine bağlanıyorum. Yalnız, sahabîlerden istediğim kimselerin sözünü alıyor, istediğim kimselerin sözünü almıyorum. Ancak, sabahîlerin sözlerinin dışına da çıkmıyorum. Fakat iş İbrahim (Nahaî), Şa'bî, îbni Sîrin, Ata ve Said b. el-Müseyyib'e gelince; onlar nasıl ictihad yapmışlarsa ben de öyle ictihad yapıyorum». Bu ifade, Ebu Hanîfe'nin önce Kitab, sonra Sünnet, daha sonra da sahabilerin sözüne dayanarak fetva verdiği, tabiîlerin söz ve görüşlerine bağlı kalmadığını gösterir. Bu, nass'lara dayanarak ictihad yapmak demektir. Hakkında nass bulunmayan meselelerin hükümlerini açıklamak için yaptığı ictihadlara gelince; bu hususta el-Mekri'nin «Menâkıbu Ebu Hanîfe» sinde, İmam A'zam'm bir çağdaşından aynen şöyle nakledilir: «Ebu Hanîfe'nin görüşleri güvenilir (sika) kimselere dayanmak ve kötü (kubh) den kaçınmaktır. Onun ifadeleri; insanların muamelelerini, bu muamelelerin düzgün olmasını, onların işlerinin iyi gitmesini sağlayan esasları yakından incelemiş bulunmasının bir sonucudur. O, meseleleri kıyasla hallederdi. Kıyası tatbik etmek imkânsız olursa istihsana başvururdu. İstihsan da yürümezse Müslümanların örf ve teamülüne göre fetva verirdi. îcmâ' ile kabul edilen hadislere sarılır ve bunlara göre kıyas yapardı. Sonra istihsana başvururdu. Bunlardan hangisi daha uygun düşerse ona göre fetva verirdi. Sehl der ki: «İşte Ebu Hanîfe'nin ilmi budur. Bu ise âmmenin ilmidir».

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.