Davud Ez-Zahiri ve Mezhebi: Bu bölümde Zahirî Mezhebini anlatacağız. Bu mezhebe' göre fıkhı kaynaklar sadece nass'lardir. Şeriatın hiç bir hükmü re'y ile açıklanmaz. Bu mezhebe bağlı olanlar, bütün çeşitleriyle re'y'i tanımazlar. Kıyas, istihsan, masâlih-i mürsele ve zerâyi'i delil olarak kabul etmezler. Sadece nass'lan delil sayarlar. Nasss bulunmadığı zaman istisbahın hükmünü esas kabul ederler. istisbahın hükmü de : «Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan O'dur.» âyet-i kerimesiyle sabit olan ibahat-ı asliyyedir.
Bu mezhep mensupları, kabul ettikleri birçok hükümlerde diğer fakihlere muhalefette bulunmuşlardır. Meselâ; bütün fakihlere göre ölüm döşeğindeki hastasının tasarrufları, vârislerin terekedeki hakkına taallûk ettiği için, bazı kayıtlara tâbidir. Sözgelimi, malını vârislerinden birine hibe etmek gibi bir tasarrufla bazı vârislerini kayırma endişesine kapılacağından onun bu hibesi vasiyet hükmünü alır. Çünkü malının tamamını veya çoğunu vârislerinden birine hibe etmekle onun öteki vârislerini-mirastan mahrum bırakmak istemiş olmasından endişe edilmektedir. Fakat zahirilere göre böyle bir hastanın tasarrufları, aynı sağlam insanların tasarrufları gibidir. Dolayısıyla böyle bir hasta bütün malını hibe etse hiç bir kimsenin itiraz hakkı yoktur. Zira ölüm döşeğindeki hastanın tasarruflarını kayıt altına alan esas, seddu'z-zerâyi'a dayanan re'ydir. Hâlbuki zahirîler re'y'in hiç bir çeşidini tanımamaktadırlar. Zahirîler re'y'i terk edip nass'lara sarılacağız derken son derecede tuhaf hükümler ileri sürmüşlerdir. Meselâ; insanın idrarı ile suyun pis olacağına hükmetmişlerdir. Çünkü bu konuda hadis-i Şerif vardır. Öte yandan domuzun idrarıyla suyun pis olmayacağına hükmetmişlerdir. Zira bu konuda bir nass yoktur. Onlara: hayvanın idrarı etine bağlıdır, domuzun eti ise pistir, denilse, onlar; bu bir reydir, İslâmın hükümlerinde re'y'in bir yeri yoktur, derler. Davud, istinbat hakkındaki mezhebini yaymaya kendisi başlamıştır. İçinde yaşadığı çağda rivayet ve sünnetin hem çok hem de revaçta oluşu, onu düşüncesinde destekliyordu. Mezhebi biraz yer tutunca, bir kısmı onu desteklemişse de muarızları daha çoktu. Davud, münazara meclisleri tertipleyerek kendi fikrini yaymaya, sadece Kitab ve Sünnete uyulmasına çalışmıştır. O, icmâ'yı kabul eder ve görüşlerini ona dayandırırdı. Bu konuda şöyle bir rivayet vardır: «Hicri üçüncü yüzyılda Hanefî mezhebi ‘nin üstadı olan Ebû Said el-Berzaî, Davud'un yanına gelmiş ve ona, ümmü'l-veled olan cariyelerin satılıp satılamayacağı sormuş, Dâvûd da; satılmaları caizdir, çünkü biz, bu cariyelerin hâmile olmadan önce satılabilecekleri üzerinde îcmâ' ettik, bu icmâ'dan ancak benzeri bir icmâ olursa vazgeçebiliriz, demiştir. Buna el-Berzaî şu cevabı vermiştir: Biz de ümmü'l-veled'in hâmile kaldıktan sonra satılmayacağı üzerinde icmâ' ettik, bu icmâ'dan ayrılmamamız gerekir. Bundan, ancak benzeri bir icmâ olursa vazgeçebiliriz.”
Zahirî mezhebi, Doğu İslâm memleketlerinde söndüğü sıralarda Endülüs’te gittikçe kuvvetleniyordu. Şüphesiz bu Endülüs'teki mensuplarının çokluğu ile değil, kuvvetli tefekküre sahip bir âlimin ortaya çıkışı ile oluyordu. Allah, bu âlime tasvir kabiliyeti olan bir kalem, kuvvetli ve keskin bir dil ihsan etmiştir. İşte bu âlim İbni Hazm el-Endelüsi'dir. İbni Hazm, Zahirî mezhebinin, Kadı Ebu Ya'lâ vasıtasıyla Hanbelî mezhebi tarafından sıkıştırıldığı bir sırada ortaya çıkmış. Zahirî mezhebini Şiddetle savunarak yaymaya çalışmış ve bu mezhep uğrunda göz kırpmadan mücadele etmiştir. Bu her iki fakih de aynı çağda yaşıyorlardı. Bunlardan Ebu Ya'lâ 458, İbni Hazm de 456 H. yılında ölmüştür.
Bu mezhebin yayılmasını sağlayan iki âmil vardır: l —Dâvûd ez-Zâhirî'nin telif ettiği kitaplar tamamen sünnet ve hadislerden ibaret idi. O, kitaplarında kendi mezhebini ispat için ileri sürdüğü delilleri de toplamıştır. Ayrıca bu kitaplarında o, karşılaştığı fer'î fıkıh meseleleri hakkındaki görüşlerini ileri sürmekte, bu meselelerin hükümlerini nass'lara göre açıklamakta ve aynı zamanda her Müslüman'ın karşılaştığı olaylarla ilgili hükümler muvacehesinde ihtiyaç duyduğu nass'Iarın şümulünü belirtmektedir. Bu kitaplar, kendiliğinden yok olup gitmesi kabil olmayan canlı eserlerdir. Bunlar, mevcudiyetleriyle yazarının mezhebini yaymakta olup ölmez fikir mahsulleridir. 2 — Davud'un talebeleri, hocalarının kitaplarındaki görüşlerini yaymaya ve bu kitapların meydana getirdiği ilmî atmosferi genişletmeye çalışmışlardır. Onun mezhebini ve kitaplarını yayan en seçkin talebesi, oğlu Ebû Bekri Muhammedi'dir. Bu, babasının miras bırakmış olduğu zengin sünnet ilmini korumuş, yaymış ve insanları bunlara uymaya davet etmiştir. Fıkhı görüş ve mezhep çerçevesinde kalan ictihadlara çoğaldığı bir devirde Zahirîlerin sünnetin mevkiini yüceltişleri, insanları bu mezhebe doğru çekiyordu.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
SERHAT AYAS
İslam’da Mezhepler-13
Davud Ez-Zahiri ve Mezhebi: Bu bölümde Zahirî Mezhebini anlatacağız. Bu mezhebe' göre fıkhı kaynaklar sadece nass'lardir. Şeriatın hiç bir hükmü re'y ile açıklanmaz. Bu mezhebe bağlı olanlar, bütün çeşitleriyle re'y'i tanımazlar. Kıyas, istihsan, masâlih-i mürsele ve zerâyi'i delil olarak kabul etmezler. Sadece nass'lan delil sayarlar. Nasss bulunmadığı zaman istisbahın hükmünü esas kabul ederler. istisbahın hükmü de : «Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan O'dur.» âyet-i kerimesiyle sabit olan ibahat-ı asliyyedir.
Bu mezhep mensupları, kabul ettikleri birçok hükümlerde diğer fakihlere muhalefette bulunmuşlardır. Meselâ; bütün fakihlere göre ölüm döşeğindeki hastasının tasarrufları, vârislerin terekedeki hakkına taallûk ettiği için, bazı kayıtlara tâbidir. Sözgelimi, malını vârislerinden birine hibe etmek gibi bir tasarrufla bazı vârislerini kayırma endişesine kapılacağından onun bu hibesi vasiyet hükmünü alır. Çünkü malının tamamını veya çoğunu vârislerinden birine hibe etmekle onun öteki vârislerini-mirastan mahrum bırakmak istemiş olmasından endişe edilmektedir. Fakat zahirilere göre böyle bir hastanın tasarrufları, aynı sağlam insanların tasarrufları gibidir. Dolayısıyla böyle bir hasta bütün malını hibe etse hiç bir kimsenin itiraz hakkı yoktur. Zira ölüm döşeğindeki hastanın tasarruflarını kayıt altına alan esas, seddu'z-zerâyi'a dayanan re'ydir. Hâlbuki zahirîler re'y'in hiç bir çeşidini tanımamaktadırlar. Zahirîler re'y'i terk edip nass'lara sarılacağız derken son derecede tuhaf hükümler ileri sürmüşlerdir. Meselâ; insanın idrarı ile suyun pis olacağına hükmetmişlerdir. Çünkü bu konuda hadis-i Şerif vardır. Öte yandan domuzun idrarıyla suyun pis olmayacağına hükmetmişlerdir. Zira bu konuda bir nass yoktur. Onlara: hayvanın idrarı etine bağlıdır, domuzun eti ise pistir, denilse, onlar; bu bir reydir, İslâmın hükümlerinde re'y'in bir yeri yoktur, derler. Davud, istinbat hakkındaki mezhebini yaymaya kendisi başlamıştır. İçinde yaşadığı çağda rivayet ve sünnetin hem çok hem de revaçta oluşu, onu düşüncesinde destekliyordu. Mezhebi biraz yer tutunca, bir kısmı onu desteklemişse de muarızları daha çoktu. Davud, münazara meclisleri tertipleyerek kendi fikrini yaymaya, sadece Kitab ve Sünnete uyulmasına çalışmıştır. O, icmâ'yı kabul eder ve görüşlerini ona dayandırırdı. Bu konuda şöyle bir rivayet vardır: «Hicri üçüncü yüzyılda Hanefî mezhebi ‘nin üstadı olan Ebû Said el-Berzaî, Davud'un yanına gelmiş ve ona, ümmü'l-veled olan cariyelerin satılıp satılamayacağı sormuş, Dâvûd da; satılmaları caizdir, çünkü biz, bu cariyelerin hâmile olmadan önce satılabilecekleri üzerinde îcmâ' ettik, bu icmâ'dan ancak benzeri bir icmâ olursa vazgeçebiliriz, demiştir. Buna el-Berzaî şu cevabı vermiştir: Biz de ümmü'l-veled'in hâmile kaldıktan sonra satılmayacağı üzerinde icmâ' ettik, bu icmâ'dan ayrılmamamız gerekir. Bundan, ancak benzeri bir icmâ olursa vazgeçebiliriz.”
Zahirî mezhebi, Doğu İslâm memleketlerinde söndüğü sıralarda Endülüs’te gittikçe kuvvetleniyordu. Şüphesiz bu Endülüs'teki mensuplarının çokluğu ile değil, kuvvetli tefekküre sahip bir âlimin ortaya çıkışı ile oluyordu. Allah, bu âlime tasvir kabiliyeti olan bir kalem, kuvvetli ve keskin bir dil ihsan etmiştir. İşte bu âlim İbni Hazm el-Endelüsi'dir. İbni Hazm, Zahirî mezhebinin, Kadı Ebu Ya'lâ vasıtasıyla Hanbelî mezhebi tarafından sıkıştırıldığı bir sırada ortaya çıkmış. Zahirî mezhebini Şiddetle savunarak yaymaya çalışmış ve bu mezhep uğrunda göz kırpmadan mücadele etmiştir. Bu her iki fakih de aynı çağda yaşıyorlardı. Bunlardan Ebu Ya'lâ 458, İbni Hazm de 456 H. yılında ölmüştür.
Bu mezhebin yayılmasını sağlayan iki âmil vardır: l —Dâvûd ez-Zâhirî'nin telif ettiği kitaplar tamamen sünnet ve hadislerden ibaret idi. O, kitaplarında kendi mezhebini ispat için ileri sürdüğü delilleri de toplamıştır. Ayrıca bu kitaplarında o, karşılaştığı fer'î fıkıh meseleleri hakkındaki görüşlerini ileri sürmekte, bu meselelerin hükümlerini nass'lara göre açıklamakta ve aynı zamanda her Müslüman'ın karşılaştığı olaylarla ilgili hükümler muvacehesinde ihtiyaç duyduğu nass'Iarın şümulünü belirtmektedir. Bu kitaplar, kendiliğinden yok olup gitmesi kabil olmayan canlı eserlerdir. Bunlar, mevcudiyetleriyle yazarının mezhebini yaymakta olup ölmez fikir mahsulleridir. 2 — Davud'un talebeleri, hocalarının kitaplarındaki görüşlerini yaymaya ve bu kitapların meydana getirdiği ilmî atmosferi genişletmeye çalışmışlardır. Onun mezhebini ve kitaplarını yayan en seçkin talebesi, oğlu Ebû Bekri Muhammedi'dir. Bu, babasının miras bırakmış olduğu zengin sünnet ilmini korumuş, yaymış ve insanları bunlara uymaya davet etmiştir. Fıkhı görüş ve mezhep çerçevesinde kalan ictihadlara çoğaldığı bir devirde Zahirîlerin sünnetin mevkiini yüceltişleri, insanları bu mezhebe doğru çekiyordu.