İnsanların yaşadığı ve belirli derecede güvenlik duygusunu sağlayabildiği her yerde sanat vardır. Sanat insana has olan, onun duygusundan ve estetik açlığından gelen bir şeydir ve tıpkı insanların çeşit çeşit olduğu gibi sanat yapma şekilleri de çeşit çeşittir.
Yapılan sanatın nedeni, çeşidi ve karmaşıklık seviyesi de genellikle o sanatın icra edildiği uygarlıkla doğrudan ilişkilidir. Örneğin taş ve mermerin yeterince bulunduğu yerlerde yapılan taştan binaların özellikle dış cepheleri, sütunları ve benzeri detaylarında o binayı yapan toplumun her dalda yaptığı sanat biçimlerini ve desenlerinin bulunduğu örneklerdir. Mermere kazınmasa bile giydikleri kıyafetten tutun kullanılan bir ev eşyasının sadece fonksiyonel kalmamasını isteyen o estetik açlığı, fırsat bulduğu her alanda kendini göstermiştir.
Türklerin tarihinde de sanatın öne çıkma şekli o dönemdeki Türk toplumunun yaşam tarzına bağlıdır. Örneğin Uygur Kağanlığı’na kadar göçebe bir hayat tarzına sahip olan Türklerin sanatıda bu yaşam şeklini yansıtmıştır. Kültürlerinde atın yeri her zaman büyüktür, bu nedenle atlarını ve koşum takımlarını süslemeye çok önem vermişlerdir. Hayvancılıklarıyla ürettikleri kumaşların renkleri ve desenleri çeşitli desen ve motiflerle süslenmiştir. Hayatlarındaki neredeyse her şey gibi, sanatlarıda bu duruma uyum sağlamıştır.
Uygurlar Türk tarihinde yerleşik hayata ilk geçen Türk topluluğudur. Sanat çeşitlerinin önemli bir bölümü yerleşik hayatta yapmaya daha elverişlidir ve çoğu zaman böyle bir ortamda sanata estetikten başka nedenlerle de ihtiyaç doğar. Göçebelikte taşınabilirlik bir zorunluluk iken, yerleşik hayatla diploması, ticaret gibi değişen kolların arşivciliği ve kaydı yeni bir ihtiyaç olarak ortaya çıkar.
Minyatür, TDK’ya göre çoğunlukla eski el yazması kitaplarda görülen, ışık, gölge ve hacim duygusu yansıtılmayan resim sanatıdır. Bizim minyatür denince aklımıza gelen karakteristik stil, daha çok doğu kültürlerinde mevcuttur. Tarihte bilinen en eski minyatürler milattan önce iki yüzyıl öncesine kadar dayanan Mısır’da bulunmuş papirüs üzerine çizilen resimlerdir. Yine ertesinden gelen dönemde uygarlığın olduğu çoğu yerde kitapları süsleyen bu isminin geldiği ‘küçük ölçekli’ resimler Türklerin tarihinde de önemli bir yer tutmaktadır.
Türklerde ilk minyatür örnekleri Uygurlarda görülmüştür. Daha sonrasında Anadolu’ya göçüp burada kalıcı bir Türk varlığının kurulmasıyla, minyatürde burada daha gelişmiş, ilk önce Selçuklu daha sonrada Osmanlı’nın kendine ait bir tarzda icra edilmiştir.
Minyatür ismi Osmanlı tarihinde sadece imparatorluğun son dönemlerinde kullanılmıştır. Üst seviye bir sanat dalı olarak görülmüştür ve genellikle sarayın içinde bulunan nakkaşhanede icra edilmiştir. İmparatorluk Nakkaşhanesi, Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul’un derginden kısa süre sonra kurulmuş ve uzun bir süre minyatürün yanında tahta oymacılığı, hat ve tezhip gibi özellikle belge ve el yazması eserlerde kullanılan diğer dallarla beraber burada yapılmıştır.
Bir medeniyetin gelişmişlik seviyesi hem sahip olduğu askeri ve ekonomik gücün yanısıra, sahip olduğu kültür birikimi ile de ölçülür. Fatih Sultan Mehmed’in bu sanata verdiği değer, yurt dışından farklı ressamlarında getirilip hem portrecilik hemde halihazırdaki Osmanlı minyatürünün gelişmesini sağlamıştır. Onun arkasından gelen sultanlar tarafından da bu vizyon devam ettirilmiştir. Minyatür fotoğrafın olmadığı eski dünyada, haritacılıktan arşivciliğe sanat dışındaki çeşitli alanda da önemli bir yer tutmuştur.
Günümüzde artık sadece sanat ve estetik amacıyla yapılmakta olsada, hala hevesli sanatkarlar bu sanat dalını hayatta tutmaktadır. Dünyanın bir köy haline gelmek yolunda ilerleyen şu günlerde, bizim olan, bizim şekillendirdiğimiz ve kültürümüze ait ne varsa, ona sıkı sıkıya tutunmalı ve bir şekilde yarına taşımanın bir yolunu bulmalıyız. Estetik ve güzellik arzusu her insanda var, ama kendine haslık bu arzuyu ortaya çıkarmakta çok önemli bir parça diye düşünüyorum.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
YENİŞEHİR YÖREM
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
EDA SARI
Adı Gibi Minyatür
İnsanların yaşadığı ve belirli derecede güvenlik duygusunu sağlayabildiği her yerde sanat vardır. Sanat insana has olan, onun duygusundan ve estetik açlığından gelen bir şeydir ve tıpkı insanların çeşit çeşit olduğu gibi sanat yapma şekilleri de çeşit çeşittir.
Yapılan sanatın nedeni, çeşidi ve karmaşıklık seviyesi de genellikle o sanatın icra edildiği uygarlıkla doğrudan ilişkilidir. Örneğin taş ve mermerin yeterince bulunduğu yerlerde yapılan taştan binaların özellikle dış cepheleri, sütunları ve benzeri detaylarında o binayı yapan toplumun her dalda yaptığı sanat biçimlerini ve desenlerinin bulunduğu örneklerdir. Mermere kazınmasa bile giydikleri kıyafetten tutun kullanılan bir ev eşyasının sadece fonksiyonel kalmamasını isteyen o estetik açlığı, fırsat bulduğu her alanda kendini göstermiştir.
Türklerin tarihinde de sanatın öne çıkma şekli o dönemdeki Türk toplumunun yaşam tarzına bağlıdır. Örneğin Uygur Kağanlığı’na kadar göçebe bir hayat tarzına sahip olan Türklerin sanatıda bu yaşam şeklini yansıtmıştır. Kültürlerinde atın yeri her zaman büyüktür, bu nedenle atlarını ve koşum takımlarını süslemeye çok önem vermişlerdir. Hayvancılıklarıyla ürettikleri kumaşların renkleri ve desenleri çeşitli desen ve motiflerle süslenmiştir. Hayatlarındaki neredeyse her şey gibi, sanatlarıda bu duruma uyum sağlamıştır.
Uygurlar Türk tarihinde yerleşik hayata ilk geçen Türk topluluğudur. Sanat çeşitlerinin önemli bir bölümü yerleşik hayatta yapmaya daha elverişlidir ve çoğu zaman böyle bir ortamda sanata estetikten başka nedenlerle de ihtiyaç doğar. Göçebelikte taşınabilirlik bir zorunluluk iken, yerleşik hayatla diploması, ticaret gibi değişen kolların arşivciliği ve kaydı yeni bir ihtiyaç olarak ortaya çıkar.
Minyatür, TDK’ya göre çoğunlukla eski el yazması kitaplarda görülen, ışık, gölge ve hacim duygusu yansıtılmayan resim sanatıdır. Bizim minyatür denince aklımıza gelen karakteristik stil, daha çok doğu kültürlerinde mevcuttur. Tarihte bilinen en eski minyatürler milattan önce iki yüzyıl öncesine kadar dayanan Mısır’da bulunmuş papirüs üzerine çizilen resimlerdir. Yine ertesinden gelen dönemde uygarlığın olduğu çoğu yerde kitapları süsleyen bu isminin geldiği ‘küçük ölçekli’ resimler Türklerin tarihinde de önemli bir yer tutmaktadır.
Türklerde ilk minyatür örnekleri Uygurlarda görülmüştür. Daha sonrasında Anadolu’ya göçüp burada kalıcı bir Türk varlığının kurulmasıyla, minyatürde burada daha gelişmiş, ilk önce Selçuklu daha sonrada Osmanlı’nın kendine ait bir tarzda icra edilmiştir.
Minyatür ismi Osmanlı tarihinde sadece imparatorluğun son dönemlerinde kullanılmıştır. Üst seviye bir sanat dalı olarak görülmüştür ve genellikle sarayın içinde bulunan nakkaşhanede icra edilmiştir. İmparatorluk Nakkaşhanesi, Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul’un derginden kısa süre sonra kurulmuş ve uzun bir süre minyatürün yanında tahta oymacılığı, hat ve tezhip gibi özellikle belge ve el yazması eserlerde kullanılan diğer dallarla beraber burada yapılmıştır.
Bir medeniyetin gelişmişlik seviyesi hem sahip olduğu askeri ve ekonomik gücün yanısıra, sahip olduğu kültür birikimi ile de ölçülür. Fatih Sultan Mehmed’in bu sanata verdiği değer, yurt dışından farklı ressamlarında getirilip hem portrecilik hemde halihazırdaki Osmanlı minyatürünün gelişmesini sağlamıştır. Onun arkasından gelen sultanlar tarafından da bu vizyon devam ettirilmiştir. Minyatür fotoğrafın olmadığı eski dünyada, haritacılıktan arşivciliğe sanat dışındaki çeşitli alanda da önemli bir yer tutmuştur.
Günümüzde artık sadece sanat ve estetik amacıyla yapılmakta olsada, hala hevesli sanatkarlar bu sanat dalını hayatta tutmaktadır. Dünyanın bir köy haline gelmek yolunda ilerleyen şu günlerde, bizim olan, bizim şekillendirdiğimiz ve kültürümüze ait ne varsa, ona sıkı sıkıya tutunmalı ve bir şekilde yarına taşımanın bir yolunu bulmalıyız. Estetik ve güzellik arzusu her insanda var, ama kendine haslık bu arzuyu ortaya çıkarmakta çok önemli bir parça diye düşünüyorum.