Gürhan Adana'nın Yenişehir Yazıtı kitabından 'AVDA BİR ‘AVSIZLIK’ ÖYKÜSÜ'
Haber Giriş Tarihi:
Haber Güncellenme Tarihi:
https://www.yenisehiryorem.com/
Dünyanın son yıllarda, yaşadığı olumsuz gelişmelerin ne boyutlarda olduğunu, yerinde görüp yaşayanlar daha iyi anlıyor. İnsanların kendi elleriyle doğal yaşamı nasıl altüst ettiğinin kanıtını çıktığımız av gününde gözlerimizle gördük. Yıllardan beri avcılık yapan, avcılığı katliam değil, sop olarak, bir yaşam biçimi olarak algılayan kişilerle çıkılan bir av gezisinde, gördüklerimiz ve yaşadıklarımız unutulmaz şeylerdi. Sabah saat 06.00’da gerekli hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra cipin gelmesini bekliyoruz. Ve kısa bir süre sonra sislerin arasından homurdanarak gelen ciple yola koyuluyoruz. O sabah çok sis olacaktı ve yağmur da yoktu. Şanslı bir gündü. Biz böyle düşünürken, cipe en son aldığımız ve halen öğretmenlik yapan Salih Turan “Bu av sizin için zor bir av olacak. Göreceksiniz” deyince şaşırmıştık. Sabah saatlerinde henüz kimseler sokaklara dökülmeden önce cipimizle Yenişehir’den Bilecik yönüne doğru yol almaya başladık. Sis nedeniyle görüş mesafesi 10 metreye kadar düşmüştü. Avcılar bıldırcın ya da avlanılması yasak olmayan keklik, çulluk, tavşan vuracaklar, biz de görüntüleyecektik. Eczacı İsmail Us, öğretmen Salih Turan ve TEK Yenişehir Şubesi’nde görevli Necip Kahraman, yılların avcısı Eczacı İsmail Us’un kullandığı ciple av bölgesine yol alıyorduk. Cipin arkasında, küçük karavan şeklindeki römorkta ise av köpekleri bulunuyordu. 4 iyi cins av köpeği uslu uslu otururken, yeni bir serüvenin başlangıcını sabırla bekliyor gibiydiler. Yenişehir’e bağlı Köprühisar Köyü’nün ilerisindeki tepelerden ava başlayacaktık. Yüksek bir tepe üzerine kurulu köye yaklaştıkça sis tabakasının azalmaya başladığını fark ettik. Ve kısa bir süre sonra dağların arkasından doğan kış güneşi tüm sıcaklığını hissettirmeye başladı. Salih Hoca doğada ortaya çıkan manzarayı işaret ederek, “ İnsanoğlu yaşadığı ortamlara, yaşadığı dünyaya, doğaya o kadar zarar veriyor, kötülük ediyor ki…Bıldırcın, keklik, çulluk gibi kuşlardan bulup da avlayamayabiliriz.” Ana yoldan patikaya sapan cipimiz, arazi yapısına uymakta gecikmedi. Necip Kahraman ise iyi bir avcıyı şöyle tanımlıyor: “İyi bir avcı uçmayan bir ava atmaz. O da avcının kendisine göre bir adetidir. Küme avcılığı katilliktir, cinayettir. Toprağı altını kazarak, siperlik yapan avcılar, 15 metre kadar ötedeki toprağa suni göl oluşturuyorlar ve ellerindeki ördek sesi çıkaran düdüklerle ördekleri bekliyorlar. Ördek suya iniyor ve başlıyorlar ateşe. Avcılık bu mudur? Bunlara avlanma değil açıkça katliam demek daha doğru olur. Hem doğa ile iç içe yaşacaksın, hem de doğanın bir parçası olan hayvanları kalleşçe öldüreceksin. Köylüler geceleri araziye traktörlerle çıkarak, traktör farlarının yardımıyla avlanıyorlar. Traktörün farlarının yaydığı ışığın altında kalan tavşan ya da çulluk gibi hayvanlar bir tarafa kaçamıyorlar. Tüfekle vurmak bir yana, git yanına elinle yakala. Böyle vurulan ördekler de var.” Cipimiz dağ, taş, bayır demeden yol alıyor ve en yüksek tepeye ulaşıyoruz. Sert esen rüzgarın etkisiyle dalları neredeyse toprağa kadar eğilmiş olan ağaçlar dikkatimizi çekiyor. Araçtan dışarıya adımımızı attığımızda sert esen rüzgarı hissediyoruz. Cipin arkasındaki küçük karavandaki köpekler dışarıya salınıyor. Onlar sağa sola koşuştururken, avılar da kuşanıyor. Aynı zamanda yaban domuzlarının çokça bulunduğu bölgeden yürüyüşümüz başlıyor. Kış aylarında ördek, kaz ve çulluk gibi hayvanların yanı sıra, mısır tarlalarına, fasulyelere ve ağaçların fi delerine zarar veren domuzlara karşı avlanıldığını söyleyen İsmail Us, çevreyi kolaçan ederek anlatmaya başlıyor: “Özellikle çulluk ve bıldırcın her geçen sezon biraz daha azalıyor. Yıllardan beri avlanıyorum fakat sayılarının bu kadar düştüğünü bilmiyorum. Hayvanlar doğa ve çevre kirliliğinden başka, bir de bilinçsiz avcılarla savaşıyorlar. Tavşan ve kekliğin türleri tamamen bitti. Av sezonunun dışında avlanmaların önlenmesi gerekir. Bir de insan eliyle yapılan tahribatlar var. Biz geçen yıllarda azotlu beyaz gübre kullanılan bir tarlanın çevresinde 250 keklik ölüsü bulduk. Azotlu gübrenin keklikleri öldürdüğü o yıllarda açıklanmıştı zaten. Sezon dışı avlanmalar kesinlikle önlenmeli, tedbirler lafta kalmamalı.” Fundalık ve kayalıklar arasında yürümeyi güçlükle sürdürüyoruz. Avcılar, dört koldan hareket ediyorlar. Adeta yazdan kalma güneş yakmaya başlıyor, yürürken terlediğimiz hissediyoruz. Birkaç saatlik yürüyüşten sonra bir tek canlıya rastlayamıyoruz. Sarp kayalıklar, uçurumlar, arazide kalmış ve talan edilmeye fırsat bulunamamış meşelikler içinde av arayışlarımızdan sonuç alamıyoruz… Soluklanmak için durduğumuzda, böl gedeki bir çobanla sohbet ediliyor. Av aradığımızı söyleyince gülüyor. Çoban, Bilecik sınırlarında bulunduğumuzu söyleyince, şaşırıyoruz. Av aradığımızı söyleyince gülüyor. Bilecik’e bağlı İlyasça Köyü’ne yaklaşmışız. Bölge didik didik edilirken, köpekler bir o yana bir bu yana koşuşturuyor. İsmail Us, dönüş işareti veriyor. Dönüyoruz… Dönüş esnasında bir uçurumun kenarından geçerken, birden kanat sesleri duyuyoruz. Köpekler o yöne koşuyor. Birden duraksıyorlar. Bölgeden 15 tane kadar keklik havalanıyor. Tüfekleri doğrultup tetiğe basamıyorlar. Tüm kurallara, tüm avcılık sitemine uygun koşullarda görülen bu sürüye bu sürüye zarar veremiyorlar. Geriye dönüş yolculuğu sürüyor… Cip tepenin ucunda bıraktığımız yerde görülünce, İsmail Us, 4 saat boyunca 25 kilometreye yakın yol yürüdüğümüzü söylüyor. Dönüş hazırlıkları başlıyor. Yasak avlanmanın, doğanın bir parçası olan hayvanların vahşice katledilmesinin acısını içimizde hissediyoruz. Avlayacak bir tek canlı bulamamanın ezikliği içinde dönüş yolculuğu başlıyor. İnsan olmanın, insan gibi yaşamanın, doğayı sevip korumanın gerekliliğini bir kez daha anlıyoruz. (13 Ağustos 1993)